19 Aralık 2010 Pazar

Ne Alaka

Bir yemek bloğunun adı neden “Yemek, İçmek, Rock n Roll” olur? İşte bu yazı onunla ilgili. (Edit: Onunla ilgiliydi ve giderek başka bir şeye döndü. Bu yazıda tahmin edebileceğiniz üzere yemek tarifi yok, yalnızca benim son 7-8 yılda nereden nereye geldiğime dair, düşünce akışı biraz olduğu gibi aktarılmış, özgeçmişimsi bir şey var.)

Yirmili yaşların sonunda, ki bir kısmı Bodrum’da yaşadığım döneme tekabül eder, fena halde sosyalleşmeye devam etmekteydim. Londra’da geçirdiğim üç yılın sonunda ve Britanyalılarla çalışmaya devam ederken ve üstelik kendimi de (salakça ama) biraz Londralı hissederken, baktım ki haftanın 3 - 4 günü arkadaşlarımla birlikte dışarıdayım.

Dışarıdayım ama  öyle eskisi gibi bir yerlerde dürüm döner, parça pizza filan yiyip kendimi rock barlara atmıyorum, eşle dostla yemeğe çıkıyorum! Rock barlara, ondan sonra atıyorum. Evet. Kafa aynı kafa, yaş 10 kadar fazla.

Tabi şanslı olduğum kısım, şu bahsettiğim eşin dostun da aynı kafada olması. Akşam 8’de oturduğumuz yemek masalarından gece 12’de zil zurna kalkıp yetmezmiş gibi kendimizi Körfez Bar’a ya da Adamik’e filan atıyoruz. Herkes bir “Rocker Inside” yani. [Tabi benim içki toleransı öyle yükseldi ki o dönem, annemlerle içtiğimizde, annem sarhoş olmuyorum diye üzülüyordu.]

Bu arada, yemek yapmakla hiçbir ilgisi olmayan ben, evde kaldığımız şu 3 – 4 günün 2’sini dışarıdan yemek söyleyerek geçiriyor, yemek yapmaya mecbur kalırsam da makarna yapıyorum. Yetmezmiş gibi, bir de paso misafir çağırıyorum.

Bir süre sonra, benim makarna milletin diline düştü, hakkımda bu konuyla ilgili yapılmamış espri kalmadı ve ben, yahu neredeyse yalan söyleyecektim(!), hiç değişmedim.

Bodrum’da yaşadığım iki yılın ardından İzmir’e döndüm ve Bodrum’da tanıştığım bir arkadaşımla (evet, ‘nalet’ eski sevgili) birlikte İzmir’de ufak bir kafe açtım. Mutfağa bir aşçı tuttuk, barda, serviste filan da kendimiz çalışıyoruz.

Bir gün aşçımızın mesaisi bittikten sonra mekana uğrayan bir arkadaşımızdan  hamburger siparişi geldi, biz ‘hadi len’ dedik, o ‘nolur lan’ dedi ve nihayetinde mutfağa girdim. Ve hamburgerin içinde köfte dışında ne olurdu unuttum!!! Şimdiye kadar bin kere hamburger yemiş ben, hamburgerin içine ne konur hiç ama hiç hatırlayamıyordum. Orada, el birliğiyle üç kişi beraber hamburger yaptık ve ben, eğer bu işi ciddi bir şekilde yapmak istiyorsam, eğitim almamın zorunluluğu üzerine düşünmeye başladım.

Bir süre sonra sevgiliden ve mekandan ayrıldım. Yeni, kesinlikle ortaksız, daha çok yemek üzerine bir yer açmaya ama bütün bunlardan önce de aşçılık eğitimi almaya karar verdim. MSA günleri başladı, bitti ve ben, inanılmaz ama, okul birincisi oldum. Swissotel’de staj yaptım, Louis Van Reenen gibi müthiş bir şefle çalıştım, ardından 3 ayda 15 tane filan iş teklifi aldım ve nihayetinde Yıldızburnu Cafe No:15’te mutfak şefi olarak bir sezon çalıştım.

Hamburgerin içinde ne olduğunu hatırlayamayan, yemek yapmakla en ufak bir alakasız olmayan benim içimde aslında bir aşçı gizliymiş, ne tuhaf. Ünlü şeflerin röportajlarını okuyorum, hepsi de “6 yaşından beri” yemek yapıyor! Valla ben bi buçuk sene önce başladım, yalan yok.

Dağılan konuyu toplamaca

Bir yaştan sonra insanın daha iyi yemeğe, daha iyi içeceğe/içkiye verdiği önem artıyor sanırım. Ama onun dışında değişen pek bir şey yok. Toplayamıyorum… kalsın şimdilik.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Lahana Çorbası

Bitmek tükenmek bilmeyen lahanayla devam.

Aldığımız devasa boyuttaki lahanayla yaptığım diğer bir yemek lahana çorbası. Daha önce hiç içmediğim için internette biraz tarif araştırdım, birçok değişik reçete buldum ve çoğu kez yaptığım gibi yine hiçbirini birebir takip etmeyip ama onlardan feyzalarak kendi reçetemi yarattım. Basit bir reçete ancak sonuç; annemin bile çok beğendiği harika bir çorba.

Annem demişken; en sevdiğim yemeklerin aşçısı, müstakbel lokantamın part-time çalışanı ve gayet tabi ki, yeni tatlara oldukça kapalı bir insan, tipik Türk anne modeli. Öyle ki, mutfak kesinlikle ve her şeyiyle onun mülkü ve onun denetimi altında, ve benim profesyonel olarak aşçılık yapmam, yani bu işten para kazanıyor olmam bu gerçeği hiçbir şekilde değiştirmiyor. ‘Aman ortalığı dağıtma’ kısmını (kısa bir süre önce) atlattım gerçi ama yine de onunla aynı anda mutfakta bir şeyler yapmak hala mümkün değil, nitekim ‘ayağımın altında dolanma’ diye kızıyor.

Gelelim lahana çorbası reçetesine:

Soğan 1 adet
Zeytinyağı 1 yemek kaşığı
Domates salçası 1 yemek kaşığı
Lahana ½ kg
Bulgur ½ su bardağı
Et suyu 1 lt
Kuru kekik 1 tatlı kaşığı
Kuru fesleğen 1 tatlı kaşığı
Pul biber 1 tatlı kaşığı
Tuz & karabiber

Soğanları yemeklik (mümkün olduğunca ufak), lahanayı da yaklaşık 2cmx2cm büyüklüğünde doğruyoruz. Lahanayı bu boyutta kesmemizin nedeni çorbanın kolay içilebilmesi, lahanaların ağızdan sarkmaması, şapır şupur sularınız dudaklarımızdan süzülmemesi. Ama bu konuları takmıyorsanız lahanayı jülyen de doğrayabilirsiniz.

Minik minik doğradığımız soğanları zeytinyağında şeffaflaşıncaya kadar pişirip salçayı ekliyoruz ve birkaç dakika daha pişirmeye devam ediyoruz. Lahanayı ekliyoruz ve yine birkaç dakika sürekli karıştırarak lahanalar ölünceye kadar pişirmeye devam ediyoruz.

Daha sonra bulguru ve sıcak et suyunu ekleyip yüksek ısıda bir taşım kaynatıyoruz ve tencerenin kapağını kapatıp düşük ısıda 15 dakika kadar pişirmeye devam ediyoruz. Son olarak tuz, karabiber ve baharatlarımızı ekliyoruz ve altını kapatıyoruz.

Tüm salçaları yemeklerde olduğu üzere tuz miktarına dikkat!
 
Bu arada önemli bir not: Bu çorba çok lezzetli olmakla beraber pek fotojenik sayılmaz. Daha havalı görünmesi için dilerseniz baharatları tabakladıktan sonra ekleyebilir ya da çok ufak doğranmış taze bir baharat (fesleğen, maydanoz ya da tüm zamanların en havalısı frenk soğanı) ile süsleyebilirsiniz.